KATEGORİLER |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türk Dış Politikasının Ana Hatları |
|
itibaren aktif bir şekilde katılan Türkiye, Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) ve Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) de üyesidir. 1963 yılında tam üyeliği hedef alan Ankara Antlaşması’yla, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) ortak üyesi olmuştur. Anılan antlaşma uyarınca 1996 yılında AB ile Gümrük Birliği’ni tamamlayan Türkiye’nin AB adaylığı 1999 Helsinki Zirvesi’yle tescil edilmiştir. 17 Aralık 2004 tarihindeki AB Brüksel Zirvesi’nde de Türkiye ile katılım müzakerelerinin başlatılması kararı alınmış, 3 Ekim 2005 tarihinde de müzakerelerin başlamasıyla müzakere eden katılımcı ülke konumuna geçmiştir.
Bölgesel iş birliğini, kalkınma, refah ve istikrarın yaygınlaş-tırılmasında önemli bir araç olarak gören ve 1992 yılında Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü (KEİ), Orta Asya Cumhuriyetleri ile Azerbaycan ve Afganistan’ın da katılımıyla genişletilen Ekonomik İş Birliği Teşkilatı (EİT), Karadeniz’e sahildar ülkeler arasında oluşturulan Karadeniz Deniz İş Birliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) ve Gelişen Sekiz Ülke (D-8) gibi bölgesel iş birliği yapılarına öncülük eden Türkiye, Barselona Süreci gibi Akdeniz’deki iş birliği çalışmalarında da aktif bir şekilde yer almaktadır. |
|
Türkiye’nin dış politikasının dayanağı ve kaynağı, Atatürk’ün hedef gösterdiği “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesidir. Bu ilke doğrultusunda Türk dış politikası, başta komşuları olmak üzere bütün ülkelerle dostane ve uyumlu ilişkiler geliştirmeyi, uluslararası iş birliğini, anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözümünü, bölgesel ve uluslararası barış, istikrar ve refaha katkıda bulunmayı hedeflemektedir. |
|
Ortak çabalar doğrultusunda, güvenliğini artırabilmek ve uluslararası toplumda modern bir devlet olarak yer almak üzere 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne üye olan Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Birleşmiş Milletler’in (BM) kurucu üyeleri arasında yer almış ve 1949 yılında İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etmiştir.
|
|
Bunu, aynı yıl Avrupa Konseyi’nde kurucu üyelik izlemiştir. Savunma alanında da Batılı ülkeler ile birlikte hareket etmiş, 1952 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’ne (NATO) üye olmuştur. 1960 yılında kurulan Ekonomik İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı’nın (OECD) faaliyetlerine de başından |
|
|
 |
|
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Liderler
"AB - Latin Amerika Zirvesi", AVUSTURYA - 2006
Türkiye, İslam ülkeleriyle ilişkilerine ve iş birliğine de önem vermekte, üyesi bulunduğu İslam Konferansı Örgütü’nde (İKÖ) aktif bir rol oynamaktadır.
Türkiye’nin geniş yelpazede yer alan söz konusu uluslararası ve bölgesel kuruluşlara üyeliği, çok yönlü bir nitelik taşıyan dış politikasının bir yansımasıdır.
Türkiye, yakın çevresini oluşturan Avrupa, Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, Orta Asya ile Akdeniz ve Karadeniz havzalarında aktif bir politika izlemektedir. Latin Amerika, Afrika ve Asya Pasifik bölgesine de açılan Türk dış politikası uyarınca ülkede 2005 yılı Afrika, 2006 yılı da Latin Amerika yılı olarak ilan edilmiştir.
Dünyanın birçok bölgesinde, BM, NATO ve AB öncülüğündeki barışı koruma faaliyetlerine kayda değer katkılarda ve insanların neden olduğu veya doğal afetlerden etkilenen ülkelere yaptığı önemli miktardaki insani ve kalkınma yardımlarıyla “donör” ülke konumuna yükselmiştir. Türkiye, aynı zamanda uyuşmazlıkların çözümü, ihtilaf sonrası uzlaşma ve yeniden yapılandırma gayretlerinde de önemli rol üstlenmek suretiyle çevresinde uzlaşı kültürünün yerleşmesine çaba göstermektedir.
Bu anlayışla Türkiye, medeniyetler arasında anlayış ve iş birliği kültürünün geliştirilmesine katkıda bulunmak amacıyla, BM Genel Sekreteri tarafından Temmuz 2005’te başlatılan Medeniyetler İttifakı girişiminin İspanya ile birlikte eş-sponsorluğunu da üstlenmiştir.
Aynı şekilde, geniş Orta Doğu bölgesinde evrensel değerler doğrultusunda olumlu değişim ile ekonomik ve sosyal reform gayretlerini destekleyen Türkiye, bölge ülkelerinin bu yöndeki girişimlerine kendi birikimi ve deneyimleri ışığında bir ilham kaynağı oluşturmaktadır.
Soğuk Savaş dönemi sonrasında, Avrasya’nın merkezi Türkiye’ye kaymıştır. Dünya ekonomileri içinde 17'inci sırada gelen, 13 Temmuz 2006 tarihinde açılış töreni yapılan Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının hayata geçmesi ve Doğu-Batı enerji koridoru gündeminde bulunan diğer petrol ve doğal |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
TBMM Başkanı Bülent Arınç, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı
Joost Lagendijk ve Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjorg Kretschmer Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu'nun
56. Toplantısı'nda, ANKARA - 2006
|
|
gaz projeleriyle önemli bir enerji terminali olma yolunda ilerleyen Türkiye, dünyanın en hassas jeostratejik kavşaklarından birinde istikrar ve denge unsuru olmaya devam etmektedir. |
|
Bölgesel ve küresel barış ile istikrarın korunmasına somut katkıda bulunma imkan ve yeteneğine sahip olduğunu kanıtlamış olan Türkiye, 2008 yılında BM’nin 36. Dönem Genel Kurulu sırasında yapılacak seçimlerde 2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine de adaylığını koymuştur. |
|
Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nu (AET) kuran Roma Antlaşması’nın 1957 yı-lında imzalanmasından kısa bir süre sonra Türkiye, 1959 |
|
|
Temmuz ayında Topluluğa “tam üyelik” başvurusunda bulunmuştur. Ancak AET, tam üyelik koşulları gerçek-leşinceye kadar geçerli olacak bir Ortaklık Antlaşması’nın imzalanmasını önermiştir. Bu çerçevede, 12 Eylül 1963 tarihinde Türkiye ile AET arasında imzalanan Ankara Antlaşması, nihai hedef olarak Türkiye’nin tam üyeliğini öngörmüştür. Ortaklığın geçiş dönemindeki koşulları ve Gümrük Birliği’nin çerçevesini oluşturan Katma Protokol ise 1970 yılında imzalanmış ve 1973 yılında yürürlüğe girmiştir.
1970’li yıllarda Türkiye’nin Toplulukla ilişkilerinde ekonomik ve siyasi nedenlerden dolayı bir duraklama olmuştur. Ancak 1983 yılından sonra, süreç yeniden işlemeye başlamış ve 14 Nisan 1987 tarihinde Türkiye’nin yenilenen tam üyelik başvurusuyla canlılık kazanmıştır.
AB Komisyonu tam üyelik başvurusuna 1989 yılında verdiği yanıtta, Türkiye’nin AB’ye üyelik konusundaki ehliyetini kabul etmekle birlikte; topluluğun kendi içindeki derinleşme sürecini tamamlamasını ve gelecek genişlemesine kadar beklenmesini ve bu arada Türkiye ile Gümrük Birliği sürecinin tamamlanmasını önermiştir. Komisyon’un bu görüşü, 1990 yılında Avrupa Topluluğu Konseyi tarafından da onaylanmıştır. İki yıl süren müzakereler sonunda 6 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde tamamlanmıştır. Türkiye, AB ülkelerine yönelik olarak, AB’nin daha önce sıfırladığı Gümrük Birliği'ne konu olan ürünlerde gümrük vergilerini kaldırmış ve üçüncü ülkelere karşı AB ile ortak gümrük tarifesi uygulamaya başlamıştır.
12-13 Aralık 1997 tarihlerinde yapılan Lüksemburg Zirvesi’nde, Türkiye’nin tam üyelik süreci açısından hak-sızlığa uğratılmasının ardından, Haziran ve Aralık 1998 tarih-lerindeki Kardif ve Viyana Zirveleri ile 1999 yılının Haziran ayında toplanan Köln Zirvesi’nde, hem sınırlı bir gelişme, |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
hem de daha olumlu bir anlayışın ortaya çıktığı görülmüştür. Nitekim, Marmara depreminden büyük zarar gören Türkiye’ye destek vermek amacıyla 6 Eylül 1999 tarihinde Brüksel’de bir araya gelen AB Dışişleri Bakanları, mali yardım paketi konusunda görüş birliğine varmışlardır.
10-11 Aralık 1999 tarihlerinde yapılan Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesiyle beraber Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönem başlamış, Türkiye’nin diğer aday ülkeler ile eşit konumda ve aynı kriterler temelinde Birliğe katılmaya mukadder bir aday devlet olduğu açık ve kesin bir dille ifade edilmiştir. Zirve sonuç bildirisi ayrıca, Türkiye’nin diğer aday ülkeler gibi katılım öncesi stratejisinden yararlanmasını ve Türkiye için de bir Katılım Ortaklığı Belgesi’nin (KOB) hazırlanmasını öngörmüştür. Bu çerçevede 11 Nisan 2000 tarihinde Lüksemburg’da toplanan Ortaklık Konseyi, Gümrük Birliği’nden bu yana üzerinde çalışılan hizmetler alanındaki müzakerelerin başlatılması, Topluluk müktesebatının analitik incelemesi amacıyla sekiz Alt Komite’nin kurulması ve mali iş birliği gibi konularda önemli kararlar almıştır.
Komisyon diğer adaylara olduğu gibi Türkiye için de KOB’u 8 Mart 2001 tarihinde yayınlamıştır. Türk hükümeti ise AB Müktesebatı’nın üstlenilmesine ilişkin Ulusal Programını 19 Mart 2001 tarihinde kabul etmiştir. Ulusal Programın temel amacı, KOB’da yer alan önceliklerin bir takvim dahilinde karşılanmasıdır. KOB, 2003 ve 2005 yıllarında Komisyon tarafından iki kez gözden geçirilmiştir. Türkiye’nin ikinci Ulusal Programı ise 24 Temmuz 2003 tarihinde kabul edilmiştir.
Türkiye’nin diğer aday ülkelerle birlikte katıldığı 15 Aralık 2001 tarihli Laeken Zirvesi’nde, gerçekleştirilen Anayasal değişiklikler çerçevesinde, Türkiye’nin katılım müzakere-leri için öngörülen siyasi kriterlerin karşılanması açısından |
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, AB'nin Genişlemeden Sorumlu Komiseri Olli Rehn, Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan ve AB Dönem Başkanı ve Avusturya'nın Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik Ortak Basın Toplantısında, LÜKSEMBURG - 2006
|
|
ilerleme kaydettiği ve bu durumun üyelik müzakerelerinin başlaması olasılığını yakınlaştırdığı belirtilmiştir. Yine Laeken Zirvesi’nde Türkiye’nin diğer adaylarla eşit bir biçimde Avrupa’nın geleceğine ilişkin Kurultay çalışmalarına katılması için karar alınmıştır. |
|
12-13 Aralık 2002 tarihinde gerçekleştirilen ve AB’nin genişlemesine ilişkin tarihi kararların alındığı Kopenhag Zirvesi’nde, Aralık 2004 tarihinde AB Komisyonu’nun rapor ve tavsiyesine dayanarak Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiğine karar verildiği takdirde, Türkiye’yle katılım müzakerelerine gecikmeksizin başlanacağı ifade edilmiştir. Kopenhag Zirvesi kararları Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir aşama oluşturmuştur. |
|
Türkiye, aday ülke statüsünün tanındığı Helsinki Zirvesi sonrasında Kopenhag siyasi kriterlerine uyum bağlamında devrim niteliğinde reformlar gerçekleştirmiştir. Bu süreçte |
|
|
kapsamlı iki anayasa değişikliği ile sekiz reform paketi TBMM tarafından onaylanmıştır. Halihazırda da, 9. Uyum Paketi üzerindeki çalışmalar sürdürülmektedir. |
|
|
AB Komisyonu, Aralık 2002 Kopenhag Zirve sonuçları uyarınca hazırladığı rapor ve tavsiyeyi 6 Ekim 2004 tarihinde açıklamıştır. Bu çerçevede, Komisyon Kopenhag siyasi kriterlerinin yeterli düzeyde karşılandığını belirterek, Türkiye ile katılım müzakerelerinin başlatılmasını tavsiye etmiştir. Komisyon ayrıca, Türkiye'nin AB’ye üyeliğine ilişkin bir “etki değerlendirmesi çalışması” da yayınlamıştır. |
|
16-17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel Zirvesi’nde alınan karar çerçevesinde; Türkiye ile üyelik müzakereleri AB üyesi ülkelerin Dışişleri Bakanlarının katılımıyla Lüksemburg’da düzenlenen hükümetlerarası konferansla 3 Ekim 2005 tarihinde başlamıştır. |
|
Böylece Türkiye-AB ilişkileri her iki taraf açısından da yeni bir döneme girmiştir. 35 konu başlığından oluşan müzakerelere ön hazırlık niteliğindeki tarama süreci ise 20 Ekim 2005 tarihinde başlamıştır. Bu yıl içinde belirli başlıklarda başlaması öngörülen fiili müzakerelerin sonunda Türkiye’nin AB’ye tam üye olması hedefi güdülmektedir. |
|
Amerika Birleşik Devletleri ile İlişkiler. İki yüzyıllık geçmişi bulunan Türk-Amerikan ilişkileri İkinci Dünya Savaşı sonrasında ABD ve SSCB’nin Avrupa siyasi alanında nüfuz paylaşım sürecine paralel olarak şekillenmiş ve yeni bir dünya düzeninin oluşmaya başladığı 1980’li yılların sonuna dek esas itibarıyla güvenlik ve savunma zemininde yürütülmüştür. Soğuk Savaş boyunca ABD ve SSCB’nin oluşturdukları kutuplaşma, ABD’nin Batı dünyasının liderliğini üstlenmesi ve Türkiye’de beliren Sovyet tehdidi algılaması, Türkiye-ABD ilişkilerinin tarihsel gelişimindeki altyapıyı oluşturmuştur. |
|
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Orta Avrupa’dan Orta Asya’ya kadar uzanan bölgede yaşanan siyasi transfor-masyon; ABD’nin tek süper güç haline dönüşmesine ve Türk dış politikasında Balkanlar, Karadeniz, Orta Doğu, Kafkasya, Orta Asya alanlarına yönelik olarak geliştirilen |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
bölgesel perspektifli yeni odaklanmalar, Türk ekonomisinde yaşanan liberalizasyon süreci, stratejik kıstaslar üzerine inşa edilen Türk ve Amerikan dış siyasetlerinde karşılıklı uzun vadeli yeni perspektifler geliştirilmesine yol açmıştır.
|
|
|
Bu açılımın neticesinde karşılıklı ziyaretler hız kazanmış, ortak projeler olgunlaştırılmış ve iki ülke arasında çok boyutlu bir iş birliği anlamına gelen “stratejik ortaklık” kavramı dile getirilmeye başlanmıştır. 1999 yılının Nisan ayında dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in ve Eylül ayında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in Amerika’ya yaptıkları resmi ziyaretler ile ABD Başkanı Bill Clinton’un Kasım ayında Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret, iki ülke ara-sındaki ilişkilerin daha da gelişmesine ve derinleştirilmesine olanak sağlamış, “stratejik ortaklık” anlayışını güçlen-dirmiştir. 2004 yılının Ocak ayında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye gerçekleştirdiği resmi ziyaret ile 2004 |
|
 |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD Dışişleri Bakanı
Condoleezza Rice ve Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, ANKARA - 2006
|
|
|
yılı Haziran ayında İstanbul’da düzenlenen NATO Zirvesi öncesinde, ABD Başkanı George W. Bush’un Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret, 5-6 Şubat 2005 tarihlerinde ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Türkiye’yi ziyareti ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile birlikte 8 Haziran 2005 tarihinde ABD’yi ziyaretleri, iki müttefik arasındaki ilişkilerin ve iş birliğinin karşılıklı yarar temelinde gözden geçirilmesine ve çok yönlü bağların öneminin her iki tarafça teyidine vesile olmuştur. |
|
|
İki ülke arasındaki iş birliğinin doğal bir sonucu olarak, Türkiye ve ABD ittifak ilişkilerine de dayanarak, genelde Orta Doğu ve Balkanlarda, özelde de diğer dünya mesele-lerine benzer bir yaklaşımda eşgüdüm içinde davran-maktadır. |
|
ABD’de meydana gelen 11 Eylül saldırıları ve Türkiye'nin bu saldırılar ardından terörle mücadelede takındığı kararlı, açık ve dayanışmacı tutum, özellikle ABD’de Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik açılardan öneminin bir kez daha her düzeyde idrak edilmesine katkıda bulunmuştur. Bugün ABD ve Türkiye, uluslararası terörizmle mücadele, kriz önleme ve kriz yönetimi, bölgesel çatışmaları çevreleme ve kitle imha silahlarının yayılmasının önlenmesi konularında eşgüdüm içinde hareket etmektedir. Türkiye ve ABD arasındaki dostluk ve ortaklık güçlü bir zeminde yükselmekte ve karşılıklı anlayış temelinde ilerlemektedir. İki ülke arasındaki iş birliği, kırılgan bir coğrafyada barış ve istikrar politikası niteliğindedir. |
|
Kıbrıs Sorunu. Kıbrıs adası, 300 yılı aşan Türk hakimiyetinden sonra 1878 yılında fiilen İngiltere yönetimine girmiş, hakimiyet 1923 yılında resmi olarak İngiltere’ye geçmiştir. Ada’daki İngiliz koloni yönetimi, 1960 yılında İngiltere, Türkiye, Yunanistan, Kıbrıs Türkleri ve Rumları tarafından imzalanan uluslararası antlaşmalar ile iki toplumlu bir ortaklık olan Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluncaya kadar devam etmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Rum liderleri, 1960 antlaşmalarını Ada için nihai sonuç olarak görmemiş, aksine Yunanistan ile birleşmeye (ENOSİS) bir engel olarak kabul etmişlerdir. Bu çerçevede, sistematik bir şekilde hazırlayarak geliştirdikleri Kıbrıs Türklerinin katliamına yönelik planlarını 21 Aralık 1963 tarihinde uygulamaya koymuşlardır. Rum saldırıları sonucu 103 köyde yaşayan Kıbrıs Türkleri, hayatlarını kurtarmak için köylerinden kaçmak ve Kıbrıs genelinde ufak yerleşim birimleri meydana getirmek durumunda kalmışlardır. 1964 yılının başlarında devam eden olaylar, Kıbrıs Türklerini kendi topraklarında mahkum ve rehin hale getirmiştir. Dönemin Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, bu durumu “gerçek bir kuşatma” olarak tarif etmiştir. |
|
|
15 Temmuz 1974 tarihinde Yunanistan’daki askeri hükümet, ENOSİS’i gerçekleştirmek için Kıbrıs’ta darbe girişimine önayak olmuştur. Üç garantör ülkeden biri olan Türkiye, 1960 tarihli Garanti Antlaşması’nın 4. maddesi gereğince İngiltere’ye ortak müdahale çağrısında bulunmuş, ancak İngiliz hükümeti bu çağrıya olumsuz yanıt vermiştir. Bunun üzerine, Hükümetin tek başına aldığı kararla Kıbrıs Türklerini korumak amacıyla Türk Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri, 1960 Garanti Antlaşması çerçevesinde Ada’ya hızlı ve başarılı bir barış operasyonu düzenleyerek huzuru yeniden sağlamış, Kıbrıs Türklerine yönelik etnik temizliği engellemiştir. |
|
2 Ağustos 1975 tarihinde Viyana’da BM gözetiminde Rauf Denktaş ile Rum lider Klerides arasında bir nüfus mübadele anlaşmasına varılmış ve bu BM Barış Gücü aracılığı ile uygulanmıştır. 12 Şubat 1977 tarihinde yapılan Denktaş-Makarios görüşmesi sonucunda ise ilk Zirve Antlaşması (High Level Agreements) kabul edilmiştir. Dört maddeden oluşan bu Antlaşma ile Ada’da iki toplumlu federal bir cumhuriyet kurulması kararlaştırılmıştır. |
|
1983 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuş ve Rauf Denktaş KKTC’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir. |
|
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) aldığı tek taraflı bir kararla Kıbrıs Türk tarafıyla yürüttüğü diyaloğu kesmiş, Mart |
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve BM Genel Sekreteri
Kofi Annan, İSVİÇRE - 2006
|
|
1995 tarihinde AB’nin adaylık statüsü de vermesiyle tama-men AB üyeliğine odaklanmıştır. |
|
Kıbrıs sorununun çözümü amacıyla KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ve GKRY lideri Glafkos Klerides arasında Ocak 2002 tarihinde başlayan yüz yüze görüşmeler, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 11 Kasım 2002 tarihinde taraflara, “Annan Planı” olarak anılan “Kıbrıs Sorununa Kapsamlı Çözüm Temeli” başlıklı belgeyi sunmasıyla yeni bir aşamaya girmiştir. Buna bağlı olarak, BM Genel Sekreteri Annan, iki lideri 10-11 Mart 2003 tarihinde Lahey’e davet etmiş, garantör ülkeler olarak Türkiye, Yunanistan ve İngiltere de Lahey toplantısında hazır bulunmuşlardır. Görüşmelerde her iki taraf, Kıbrıs’ta bir çözüm için hazırlanan Annan Planı’nda yapılmasını istedikleri değişiklikleri karşılıklı olarak gün-deme getirmişlerdir. BM Genel Sekreteri, 11 Mart’ta çözüm için taraflara tanıdığı 28 Mart tarihine kadar verilen süre |
|
|
|
|
|
|
içerisinde bir uzlaşmaya varılmasının mümkün olamayacağı sonucuna vardığını açıklamış, ancak planının masada olduğunu bildirmiştir. Böylelikle Kıbrıs görüşmeleri Mart 2003 tarihinde sonuç alınamadan kesilmiştir. |
|
|
Bunu izleyen dönemde, GKRY 16 Nisan 2003 tarihinde AB’yle Katılım Antlaşması’nı tek taraflı olarak imzalamıştır. |
|
Türkiye’nin soruna kapsamlı bir çözüm bulunabilmesi amacıyla Ada’daki taraflar arasında müzakerelerin yeniden başlatılması yönünde 2004 Ocak ayında üstlendiği diplomatik girişimle birlikte, Kıbrıs konusu 2004 yılında uluslararası toplumun gündeminin üst sıralarına yerleşmiştir. |
|
Türkiye tarafından çözüm yolunda sergilenen siyasi kararlılık, BM Genel Sekreteri Annan’ın yeni bir girişimde bulunmasına giden yolu açmıştır. Söz konusu girişimin ardından BM himayesinde başlayan yoğun müzakere turları, 19 Şubat-22 Mart 2004 tarihlerinde Ada’da iki taraf arasında ve sonra 24-31 Mart tarihleri arasında İsviçre’nin Burgenstock kasabasında, Türkiye ve Yunanistan’ın da katılımlarıyla gerçekleştirilmiştir. Söz konusu müzakerelerin amacı, Annan Planı’nı 1 Mayıs’tan önce Ada’nın iki tarafında ayrı referandumlara sunulabilecek şekilde nihai hale getirmek, böylece referandumların sonuçlarına göre, birleşmiş bir Kıbrıs’ın AB’ye girmesine imkan vermek olmuştur. |
|
Genel Sekreter tarafından 31 Mart’ta taraflara iletilen çözüm planının nihai metni, 24 Nisan 2004’de KKTC ve GKRY’de eş zamanlı, ancak ayrı referandumlarla halkların onayına sunulmuştur. Kıbrıslı Türkler oylarının % 65’ini Ada’nın birleşmiş bir şekilde AB’ye girmesine de olanak sağlayacak çözüm planı lehinde kullanırken, Kıbrıslı Rumlar % 76 ora-nında “hayır” oyu vererek planı ve çözümü reddetmişlerdir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
Ancak buna rağmen, Rum tarafı 1 Mayıs’ta AB’ye tam üye olmuş ve bu durum Ada’da dengesizlik yaratmıştır. |
|
|
Türkiye, öteden beri Kıbrıs’ta serbestçe müzakere edilmiş, kapsamlı ve yaşayabilir bir çözümü savuna gelmiştir. Bu bağlamda, BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonuna tam destek vermiş ve referandumlara giden süreçte Genel Sekreter’le yakın bir iş birliği sergileyerek, Ada’nın bölünmüşlüğünü sona erdirme yönündeki siyasi iradesini ortaya koymuştur. Kabul edilmiş olsaydı, bu çözüm, Ada’nın federal bir hükümet ve Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum devletleri şeklinde iki eşit kurucu devletten oluşacak “Birleşmiş Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında birleşmesini sağlayacaktı. |
|
24 Nisan referandumlarının sonuçları Kıbrıs sorunu açısından yeni bir durum yaratmıştır. Uluslararası toplum, çözüm yolundaki desteklerini cesaretle ortaya koyan Kıbrıslı Türklerin, BM Genel Sekreteri’nin raporunda da belirtildiği üzere, aslında “sadece planı değil çözümün kendisini de reddeden” Kıbrıslı Rumların olumsuz kararı nedeniyle, haksız yere cezalandırılmamaları gerektiğini kaydetmiştir. |
|
Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, taraflarca BM Genel Sekreteri’nin gözetimi altında hazırlanan kapsamlı planı desteklemek suretiyle, soruna BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet görevi çerçevesinde kapsamlı bir çözüm bulunması yolundaki sorumluluklarını yerine getirmişlerdir. Kıbrıslı Türklerin maruz kaldıkları siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel tecridin sona erdirilmesi ve on yıllardır süren haksız ekonomik ambargonun kaldırılması yönünde kararlı adımlar atılması görevi artık uluslararası topluma düşmektedir. |
|
BM Genel Sekreteri Annan, Kıbrıs’taki iyi niyet misyonuna ilişkin 28 Mayıs 2004 tarihli raporunda, “referandumlar sonrasında, Güvenlik Konseyi dahil uluslararası toplumun |
|
|
|
|
|
|
|
tümünün dikkatinin Kıbrıslı Türklerin durumuna yönelmesi gerekmektedir” ve “Kıbrıslı Türklerin kullandıkları oy, kendilerine baskı uygulanmasına ve tecrit edilmelerine yönelik bütün gerekçeleri ortadan kaldırmıştır” ifadelerine yer vermiştir. Genel Sekreter ayrıca, Güvenlik Konseyi üyelerine çağrıda bulunarak, Kıbrıslı Türklerin tecrit edilmesine yol açan ve kalkınmalarını engelleyen gereksiz kısıtlamaların ve engellerin kaldırılması yönünde ikili düzeyde ve uluslararası kuruluşlarda iş birliği yapılması için öncülük etmelerini istemiştir. |
|
|
Referandumların ardından, AB başta olmak üzere çeşitli uluslararası örgütler ve muhtelif ülkeler, Kıbrıs Türklerine uygulanan haksız ambargo ve kısıtlamaların kaldırılması yönünde bazı girişimlerde bulunmuşlardır. Ancak bugün gelinen nokta, ne Kıbrıs Türklerinin izolasyonunu kaldırabilecek, ne de geçmişte yaşadıkları acıların derin izlerini silebilecek niteliktedir. Bu konuda mesafe katedilememesinin temel nedeni, 1 Mayıs 2004 tarihinden itibaren AB üyesi olmanın verdiği avantajları da kullanarak Kıbrıs Türklerine yönelik atılabilecek tüm olumlu adımları engelleyen Rum tarafının olumsuz tutumudur. |
|
Kıbrıs Türklerinin izolasyonunun kırılması konusunda; İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) güçlü bir çağrıda bulunmuş ve şimdiye kadar “Kıbrıs Müslüman Türk Toplumu” adı altında İKÖ faaliyetlerine katılan KKTC’nin 2004 Eylül ayında yapılan 31. Dönem İslam Dışişleri Bakanları Konferansı’ndan itibaren Örgüt içinde “Kıbrıs Türk Devleti” adıyla anılmasına karar vermiştir. Diğer yandan, Ekonomik İş Birliği Teşkilatı (EİT) 2004 yılında yapılan 14. Bakanlar Konseyi’nde ve 8. EİT Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde de benzer bir şekilde Kıbrıs Türklerinin EİT nezdinde temsil edildikleri “Kıbrıs Türk Müslüman Toplumu” adının BM Kapsamlı Çözüm Planındaki adı (Kıbrıs Türk Devleti) ile değiştirilmesi karar-laştırılmıştır. |
|
KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimleri 17 Nisan 2005 tarihinde yapılmıştır. Başbakan Mehmet Ali Talat birinci turda oyların |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, KKTC Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş, ANKARA - 2005
|
|
% 55.6’sını alarak Cumhurbaşkanlığına seçilmiş ve 20 Nisan 2005 tarihinde düzenlenen yemin töreninin ardından görevi Rauf Denktaş’tan teslim almıştır. |
|
Türkiye ve KKTC, Kıbrıs sorununun BM gözetimi altında kalıcı, kapsamlı ve siyasi eşitliğe dayalı bir ortaklık temelinde çözüme ulaştırılması yönündeki çalışmaları desteklemeye devam etmektedir. Türkiye bu yöndeki çabalarını aktif biçimde sürdürmektedir. |
|
Türkiye, 16-17 Aralık 2004 AB Brüksel Zirvesi’nde yapmış olduğu açıklamanın gereğini yerine getirerek, 1963 Ankara Antlaşması’nı tüm AB üyelerine genişleten Uyum Protokolü’nü (Ankara Antlaşması’na Ek Protokol) AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamadan önce, 29 Temmuz 2005 tarihinde imzalamıştır. Protokol’ün Türkiye ile AB Dönem Başkanlığı ve Komisyon arasında mektup teatisi yoluyla imzalanması sırasında Türkiye tarafından resmi bir |
|
|
|
|
|
|
|
deklarasyon da yapılmış olup, söz konusu Protokolün imzalanması, onaylanması ve uygulanmasının GKRY’nin herhangi bir biçimde tanınması anlamına gelmediğine ilişkin Türkiye’nin tutumu resmen kayda geçirilmiştir.
|
|
|
Kıbrıs konusu, AB üyesi olan GKRY’nin izlediği politikalardan ötürü, normal seyrinde ilerleyen Türkiye-AB ilişkilerinde de sıkıntılar çıkarmaktadır. |
|
Türkiye, Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunması çabalarının BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde yürütülmesi gerektiğine inanmakta ve bu çalışmalara aktif olarak katkıda bulunmaktadır. |
|
Bu amaçla hazırlanan ve Kıbrıs’taki tüm kısıtlamaların ilgili taraflarca eşzamanlı olarak kaldırılmasını öngören 10 mad-delik Eylem Planı, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül tarafından 24 Ocak 2006 günü kamuoyuna duyurulmuştur. Çeşitli ülke ve kuruluşlar, bu Eylem Planına destek beyanında bulunmuşlar; BM Genel Sekreteri de önerileri incelemeye almıştır. |
|
Yunanistan ile İlişkiler. Uzun yıllar dalgalanmalı bir seyir izleyen Türk-Yunan ilişkilerinde 1999 yılından itibaren yeni bir diyalog sürecine girilmiştir. İki ülke arasında giderek sıklaşan üst düzey temas ve ziyaretler de diyalog sürecinin güçlendirilmesine önemli katkılarda bulunmaktadır. Yunanistan eski Dışişleri Bakanı Petros Moliviatis’in 12-13 Nisan 2005 tarihlerinde Türkiye'ye gerçekleştirdiği ziyaret ikili ilişkilerin tüm yönleriyle ele alınmasına imkan sağlamıştır. |
|
Karacabey-Gümülcine doğal gaz boru hattı temel atma töre-ni, İpsala-Kipi sınır bölgesinde iki ülke Başbakanlarının ka-tılımlarıyla 3 Temmuz 2005 tarihinde gerçekleştirilmiştir. 2006 yılında tamamlanması öngörülen proje, Türkiye ile Yu-nanistan arasındaki enerji iş birliğinin stratejik boyutunu da ortaya koymaktadır. 4 Kasım 2005’de Türkiye, Yunanistan |
|
|
|
|
|
|
ve İtalya Enerji Bakanları tarafından imzalanan Protokolle söz konusu iş birliği üçlü platforma taşınmıştır. |
|
|
İki ülke arasındaki diyalog sürecinde 29 antlaşma, mutabakat muhtırası ve protokol imzalanmış, böylece Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili ilişkilerin yasal çerçevesi büyük ölçüde tesis edilmiştir. |
|
Mevcut diyalog ve iş birliği sürecinin yol açtığı yapıcı atmosferin ticaret, ulaştırma ve turizm alanlarına da somut yansımaları olmuştur. 2005 yılında Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili ticaret hacmi 1.85 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Ayrıca, 2005 yılında yarım milyona yakın Yunanlı turist Türkiye’yi ziyaret etmiştir. Öte yandan, ilk ortak Türk-Yunan bankası olarak planlanan “Ege İş Bankası”nın hayata geçirilmesine ilişkin onay süreci tamamlanmış olup, Banka’nın 2006 yılında faaliyete geçmesi amaçlanmaktadır. |
|
 |
AB - Batı Balkanlar Dışişleri Bakanları Toplantısı'na katılan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile Yunanistan
Dışişleri Bakanı Dora Bokayannıs, AVUSTURYA - 2006
|
|
|
|
|
|
Türkiye ve Yunanistan arasında karşılıklı saygı, anlayış ve güven üzerine inşa edilmeye başlanan iş birliği ve dostluk ilişkileri, iki ülkenin ekonomik refahı ve siyasi istikrarının yanı sıra, bölgesel barış, istikrar ve güvenlik açısından da önem taşımaktadır. |
|
|
Türkiye’nin Ege Politikası. Türk-Yunan ilişkilerinin inişli-çıkışlı bir seyir izlemesinin temel nedenlerinden biri de Ege sorunları olmuştur. Türkiye ile Yunanistan arasında, Ege Denizi’nden kaynaklanan birbirleriyle bağlantılı bir dizi sorun bulunmaktadır. Bu sorunlar; kara sularının genişliği, kıta sahanlığının sınırlandırılması, deniz arama kurtarma alanlarının belirlenmesi, hava sahasıyla ilgili sorunlar, uluslararası anlaşmaların hükümlerine aykırı biçimde Doğu Ege adalarının silahlandırılması, uluslararası anlaşmalarla Yunanistan’a verilmemiş Ege’deki adacıklar ve Yunanistan ile Ege’de deniz sınırlarını belirleyen bir anlaşmanın bulunmamasıdır. Ege sorunlarının çözümsüz kalmasının temel nedeni, bu sorunların “varlığı” ve “çözüm yöntemleri” konusunda iki ülke arasında ortak bir anlayışın mevcut olmamasıdır. Yunanistan Ege’de sadece kıta sahanlığı sorunu olduğunu savunarak, diğer sorunların varlığını kabul etmemekte, kıta sahanlığı sorununun ise sadece uluslararası yargı yoluyla çözümlenmesi gerektiğini ileri sürmektedir. |
|
Türkiye, Ege Denizi’nde iki ülkenin temel hak ve çıkarları olduğuna ve Ege sorunlarına bu hak ve çıkarlara karşılıklı saygı gösterilerek çözüm bulunabileceğine inanmaktadır. Ancak, Yunanistan’ın uzun yıllar boyunca Türkiye’nin hak ve çıkarlarını dikkate almayarak, Ege Denizi’nin tamamını bir Yunan Denizi olarak görmesi Ege sorunlarının çözümünü güçleştirmektedir. |
|
Türkiye ile Yunanistan arasında Ağustos 1999 tarihinden itibaren gelişen yakınlaşma ve diyalog sürecinin Ege sorunları konusunda da yansımaları olmuştur. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu çerçevede, Türkiye’nin önerisi üzerine, 2000 yılı sonunda iki ülke arasında bir dizi Güven Artırıcı Önlem (GAÖ) üzerinde görüşmelere başlanmıştır. İki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları, siyasi direktörleri ve NATO Daimi Temsilcileri arasında iki kanalda sürdürülen GAÖ sürecinde bugüne kadar toplam 14 GAÖ üzerinde mutabakata varılmıştır. Halen devam etmekte olan GAÖ süreci, Ege’de çatışma riskinin azaltılmasını ve karşılıklı güvenin artırılmasını amaçlamaktadır. |
|
|
Öte yandan, Türk ve Yunan Dışişleri Bakanlarının 1 Şubat 2002 tarihinde New York’ta ve 12 Şubat 2002 tarihinde İstanbul’da yaptıkları görüşmelerde, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege sorunlarına ilişkin olarak Dışişleri Bakanlıkları ve Müsteşarları düzeyinde “istikşafi temaslar” yapılması kararlaştırılmıştır. |
|
Bu çerçevede, ilki 12 Mart 2002 tarihinde Ankara’da başlayan “istikşafi temaslar” süreci halen devam etmekte olup, Şubat 2006 tarihi itibarıyla Türkiye ve Yunanistan’da toplam 33 görüşme gerçekleşmiştir. |
|
Türkiye’nin Balkanlar’a Yönelik Politikası. Avrupa tarihi ve güvenliği açısından önemli bir konumda bulunan Balkanlar, Türkiye’nin dış politikasında da özel bir yere sahiptir. Bu çerçevede, Balkanlar’ın ayrılmaz bir parçası olan Türkiye için bu bölgede barış ve istikrarın korunması ile ekonomik gelişmenin sağlanması önem taşımaktadır. Balkanlar, Türkiye’nin Avrupa’ya açılan kapısıdır. Türkiye ve bölge ülkeleri arasında tarihsel, kültürel ve güçlü insani bağlar mevcuttur. Çeşitli Balkan ülkelerinde soydaş toplulukları yaşamaktadır. Öte yandan, Balkanların değişik bölgelerinden Türkiye’ye göç etmiş çok sayıda Türk bulunmaktadır. Bu nedenle, Balkanlar’da ortaya çıkan her türlü istikrarsızlık Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Türkiye Balkanlar’da son dönemde sağlanan göreli istikrar ortamının daha da güçlendirilmesini arzulamaktadır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Devlet Bakanı Prof. Dr.Beşir Atalay ve Kosova Başbakanı Agim Ceku,
KOSOVA - 2006
|
|
Türkiye, bölge ülkeleriyle gerçekleştirilen karşılıklı ziyaretlerle her alanda sürdürdüğü ikili ilişkilere ek olarak, Balkanlar’da istikrarın güçlendirilmesi amacıyla çok taraflı platformlarda çaba göstermekte ve bu yönde başlatılan girişimleri desteklemektedir. Türkiye’nin, Güneydoğu Avrupa Ülkeleri (GDAÜ) İş Birliği Süreci ve Güneydoğu Avrupa Çok Uluslu Barışı Koruma Gücü (GAÇBG) gibi önemli girişimlerin hayata geçirilmesinde oynadığı rol, Balkan ülkeleri arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesine ve Balkanlar’da birlikte yaşama anlayışının yerleşmesine verdiği önemin göstergesidir. Türkiye, GDAÜ İş Birliği Süreci, 1999 yılında ortaya atılan Güneydoğu Avrupa İstikrar Paktı ve Güneydoğu Avrupa İş Birliği Girişimi (SECI) içinde üstlendiği aktif rolü sürdürmektedir. |
|
Türkiye, Bosna-Hersek’te AB, Kosova’da ise NATO önderliğinde halen devam etmekte olan “EUFOR-ALTHEA” ve “KFOR” adlı barışı koruma harekâtlarına katılarak bölge |
|
|
|
|
|
|
|
|
istikrarı ve güvenliğine katkıda bulunmaktadır. Türkiye ayrıca, AB önderliğinde Bosna-Hersek’te sürdürülen AB Polis Misyonu (EUPM) ile Kosova’da BM tarafından yürütülen polis misyonuna katkıda bulunmaktadır. |
|
|
İslam Ülkeleri ile İlişkiler ve Orta Doğu. Türkiye Cumhuriyeti, laik rejimi temelinde çok boyutlu dış politikasına uygun olarak, İslam devletleri ile ilişkilerine ve iş birliğine büyük önem vermektedir. Üyesi olduğu İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) içinde aktif bir rol oynamaktadır. |
|
İslam ülkeleri arasındaki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine yönelik olarak karşılıklı bilgi akışının hızlı ve sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için, İKÖ’nün yan organı şeklinde kurulan İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma Eğitim Merkezi (SESRTCIC) Ankara’da; İKÖ’ye bağlı olan İslam, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) ise İstanbul’da faaliyet göstermektedir. |
|
İKÖ bünyesindeki üç daimi komiteden biri olan Ekonomik ve Ticari İş Birliği Daimi Komitesi (İSEDAK) 1984 yılından bu yana Türkiye Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında çalışmalarını sürdürmektedir. İKÖ tarafından ekonomik ve ticari iş birliği alanında alınan kararların uygulanmasını izleyen ve üye ülkeler arasında ekonomik ve ticari iş birliğinin güçlendirilmesi yönünde çalışmalar yapan İSEDAK’ın yıllık toplantıları İstanbul’da gerçekleştirilmektedir. |
|
İSEDAK’ın önemli projelerinden biri olan, tarifelerinin düşürülmesi ve tarife dışı engellerin ortadan kaldırılması yoluyla üye ülkeler arasında ticaret hacminin artırılmasını amaçlayan İKÖ Üyesi Ülkeler Arasında Tercihli Ticaret Sistemi Çerçeve Anlaşması (TPS-OIC), Türkiye ile birlikte 10 üye ülkenin imza ve onayından sonra 2003 yılında yürürlüğe girmiştir. |
|
Türkiye, İslam ülkeleriyle sürdürülen iş birliğinin daha da geliştirilmesi amacıyla kurulan Örgütün ve bağlı organlarının reform sürecinden geçirilerek etkinleştirilmesini destek-lemektedir. 14-16 Haziran 2004 tarihlerinde İstanbul’da |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül
İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) 33'üncü Dışişleri Bakanları Toplantısı'nda, AZERBAYCAN - 2006
|
|
düzenlenen İKÖ Dışişleri Bakanları Konferansı’nda, İKÖ Genel Sekreteri Örgüt’ün tarihinde ilk kez olmak üzere, seçim yoluyla belirlenmiş ve Genel Sekreterliğe dört yıllık bir süre için Türkiye’nin adayı Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu seçilmiştir. Türkiye, İKÖ’nün etkin, sözü dinlenen ve üyeleri ile uluslararası toplumun beklentilerine cevap verebilen bir yapıya dönüştürülmesi çabalarına destek vermektedir. |
|
Türkiye’nin Orta Doğu’ya yönelik politikasının temelini; bölgede barış, güvenlik ve istikrarın tesisi ile bölgesel iş birliğinin yaygınlaştırılması oluşturmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye bölgedeki tüm ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmeye önem vermektedir. |
|
Orta Doğu Barış Süreci’ni (ODBS) başından bu yana destek-lemiş bir ülke olan Türkiye, 1397 sayılı BM Güvenlik Konse-yi Kararı'nda ifadesini bulan, İsrail ve Filistin’in güvenli ve |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
tanınmış sınırlar içerisinde yan yana yaşayacakları bir bölge vizyonunu desteklemektedir. Türkiye, BM Güvenlik Konse-yi’nin ilgili kararları çerçevesinde, Filistin halkının kendi geleceğini belirleme ve devlet kurma dahil tüm meşru haklarına kavuşması ve bölgedeki ülkelerin tamamının güvenli sınırlar içerisinde yaşamalarını teminat altına alacak adil ve kalıcı bir çözümü savunmaktadır. |
|
|
Türkiye, ABD, AB, Rusya ve BM’den oluşan “Quartet”in İsrail-Filistin ihtilafının çözümü için ortaya koyduğu “Yol Haritası” barış planını desteklemektedir. |
|
Türkiye, tarihi ve kültürel bağları bulunan Filistin halkına ve haklı davasına, destek sağlamayı sürdürmektedir. Filistin halkının içinde bulunduğu güçlüklerin azaltılmasına yardımcı olmak ve Filistin Ulusal Yönetimi tarafından öngörülen reformların gerçekleştirilmesine katkı sağlamak amacıyla, Filistin halkına doğrudan ve dolaylı olarak destek vermektedir. Bu genel politika kapsamında Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül tarafından 24 Aralık 2003 tarihinde açıklanan Filistin Ekonomik ve Sosyal Eylem Planı çerçevesinde, Filistin’e sağlanan yardımlar çeşitlendirilerek arttırılmıştır. |
|
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 1-2 Mayıs 2005 tarihlerinde bölgeye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında, Türk İş Birliği ve Kalkınma Ajansı’nın (TİKA), Filistin’in ekonomik ve sosyal kalkınmasına katkıda bulunmak üzere faaliyet gösterecek Ramallah ofisi açılmıştır. |
|
Ayrıca, Filistin’de güvenlik alanındaki reform çabalarına katkı sağlamak amacıyla 25 bin adet polis üniforması hibe edilmiş, Filistin güvenlik personeline yönelik eğitim imkanları artırılmıştır. Türkiye ayrıca, İsrail ile Filistin yönetimi arasında varılan anlaşmalar uyarınca El-Halil kentinde konuşlandırılan Geçici Uluslararası Mevcudiyet’e (TIPH) aktif olarak katılmaktadır. |
|
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), 2005 yılı Nisan ayında, taraflar arasında güveni artırmak için İsrail ve Filistinli iş çevrelerinin katılımıyla Ankara Forumu Girişimi’ni |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve Filistin Ulusal Yönetimi Başbakanı Ahmed Kurey, FİLİSTİN - 2006
|
|
başlatmıştır. TOBB, Forum çerçevesinde Gazze Şeridi’nde bulunan Filistin Sanayi Bölgesi’nin yeniden yapılandırılarak canlandırılmasını ve bu sayede yaklaşık 6000 Filistinli için istihdam yaratılmasını öngören “barış için sanayi” projesini geliştirmiştir. Söz konusu projeye ilişkin mutabakat metinleri Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün 4-5 Ocak 2006 tarihlerinde İsrail ve Filistin’e gerçekleştirdiği ziyaret sırasında taraflarca imzalanmıştır. |
|
Türkiye, İsrail’i 1948 yılında kuruluşundan sonra BM'ye üye olmasının ertesinde tanımış ve Türkiye-İsrail ilişkileri kısa zamanda siyasi, ekonomik, teknolojik, bilimsel ve askeri alanlarda ilerlemiştir. Hiçbir üçüncü ülkeyi hedef almayan Türkiye-İsrail iş birliğinin, bölgedeki koşulların normalleşmesi halinde, tüm bölge için örnek oluşturacağı düşünülmektedir. |
|
Türklerle Yahudiler arasındaki ilişkiler esasen 1492 yılında İspanya’dan sürülen Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu topraklarına yerleştirilmelerine kadar geri gitmektedir. |
|
|
|
|
|
|
Türkiye ayrıca, İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudi Soykırımı’ndan kaçan birçok Yahudi’ye de kapılarını açmıştır. |
|
|
Arap dünyasıyla paylaştığı ortak coğrafyada kalıcı barış ve istikrarın kurulması, Türkiye’nin dış politika önceliklerin-dendir. Genel olarak dünyanın, özel olarak da Orta Doğu’nun çok hassas bir aşamadan geçtiği bu dönemde, Türkiye ile Arap dünyasının sürekli diyalog ve iş birliği içinde olması bölge istikrarı açısından büyük önem taşımaktadır. Birçok Arap ülkesiyle, ikili ve bölgesel konularda düzenli görüş alışverişinde bulunmak üzere kurulmuş olan siyasi istişare mekanizmalarına özel bir önem verilmektedir. Körfez ve Magrep ülkeleriyle de her düzeyde karşılıklı temas ve ziyaretler artan biçimde gerçekleştirilmekte, ayrıca tüm bu ülkelerle yeni iş birliği olanakları araştırılmaktadır. Türkiye’nin Irak Savaşı’nda izlediği yapıcı politika Arap ülkeleri kamuoylarında olumlu etki yaratmıştır. |
|
Suriye’yle ilişkiler, geçmişte yaşanan bazı sorunların karşılıklı anlayış ve iş birliği temelinde aşılmasıyla, son |
|
 |
Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve Eşi Esma Esad’ın
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Eşi Semra Sezer’i Kabulü, SURİYE - 2005
|
|
|
|
|
|
|
yıllarda hızlı bir gelişme eğilimi göstermiştir. İki ülke arasında 2004-2005 yıllarında gerçekleştirilen karşılıklı üst düzey ziyaretlerde ilişkilerin ortak yarar ve karşılıklı çıkarlar temelinde geliştirilmesi ve iş birliğinin artırılması imkanları üzerinde durulmuştur. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Nisan 2005’te Suriye’yi ziyaret etmiştir. |
|
|
İkili ilişkilerde yaşanan gelişmelerden de istifadeyle üst düzey temaslarda Suriye’ye uluslararası toplumun beklentileri doğrultusunda bölgesel konularda daha yapıcı ve iş birliğinden yana bir tutum izlemesi gerektiği yönünde mesajlar verilmiştir. Bu bağlamda, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün 16 Kasım 2005 tarihinde Suriye’ye gerçekleştirdiği günübirlik ziyarette Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’ye yönelik suikastın aydınlatılması amacıyla BM Komisyonu tarafından yürütülen soruşturmada Suriye’nin daha yakın iş birliğinde bulunması ile Irak’ın istikrarının sağlanması amacıyla komşu ülkeler olarak neler yapılabileceği konuları ele alınmıştır. |
|
Coğrafi yakınlığın yanı sıra, köklü tarihsel, sosyal ve kültürel bağlara sahip karşılıklı siyasi ve ekonomik ilişkiler sürdürülen komşu ülke Irak, Orta Doğu bölgesindeki konumu ve içinden geçmekte olduğu süreç bakımından Türkiye’nin dış politikasında özel bir yere sahiptir. |
|
Irak’ta barış, güvenlik ve istikrara etkide bulunan tüm gelişmelerin Orta Doğu bölgesini ve bu coğrafyaya komşu bulunan Türkiye’yi yakından ilgilendirmesi nedeniyle, Irak Türkiye’nin dış politikasında önemli yer tutmaktadır. |
|
2003 yılında meydana gelen rejim değişikliğiyle birlikte, Irak halkı için yeni bir dönem başlamıştır. Türkiye’nin Irak’taki yeni döneme ilişkin siyaseti; Irak halkını oluşturan tüm kesimlerin barış ve uyum içinde bir arada yaşama kültürünü geliştirmelerini, Irak’ın komşularıyla dostluk ilişkileri tesis etmesini, bu ülkede kurulacak yeni siyasi düzenin; halkın |
|
|
|
|
|
|
|
|
tümünü kapsayan, temsili ve demokratik bir niteliğe sahip olmasını, Irak’ın zengin ekonomik potansiyelinin değerlendirilmesi suretiyle halkın refah düzeyinin geliştirilmesini, bölge ülkeleri arasında siyasi ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesini, Irak’ın toprak bütünlüğünün ve siyasi birliğinin Irak’taki tüm kesimler ve uluslararası toplum tarafından gözetilmesini hedef almaktadır. Irak halkının ve koalisyon güçlerinin gereksinim duyduğu temel ihtiyaç maddelerinin ve Irak’ın yeniden imarında kullanılan malzemenin sağlandığı başlıca ülkelerden birisi Türkiye olagelmiştir. |
|
|
Irak’ın yeni yönetim biçimi tayin edilirken etnik ve mezhep temeline dayalı mülahazaların üzerine çıkılarak, Irak halkının ortak çıkarlarının ön planda tutulması, herkesin yüzünün Bağdat’a dönük olması önem arz etmektedir. Türkiye, Iraklılar arasında birlik ve uyumun tesis edilmesine yardımcı olmak amacıyla, bu ülkedeki kesimlerle temaslarını sürdürmekte ve muhataplarına yapıcı tavsiyelerde bulunmaktadır. |
|
Türkiye, 2003 yılında gerçekleştirilen Uluslararası Donörler toplantısında, ikili projeler temelinde kullanılmak üzere, Irak’a 50 milyon ABD doları tutarında yardım taahhüdünde bulunmuş, bu kaynaktan yararlanılarak uygulanan projelerden bugüne kadar insani yardım kalemi için 5 milyon 400 bin ABD dolar, teknik ve eğitim yardımı için ise 2 milyon ABD doları harcanmıştır. |
|
Türkiye ayrıca, bölge ülkeleri, üyesi olduğu ilgili uluslararası kuruluşlar ve uluslararası toplumun diğer unsurlarıyla yakın diyalog içinde bulunmaya önem atfetmektedir. |
|
Irak’ın yeniden imarı için kurulan biri BM Kalkınma Grubu’nun, diğeri de Dünya Bankası’nın yönetimindeki iki uluslararası fonun, 25-26 Mayıs 2004 tarihlerinde Katar’da düzenledikleri ikinci toplantıya katılan Türkiye söz konusu |
|
|
|
|
|
|
|
fonlara katılacağını açıklamış bu kuruluşların emanet fonuna 1 milyon 200 bin ABD doları transfer etmiştir. |
|
|
Rusya Federasyonu ile İlişkiler. Tarih, kültür ve ortak coğrafyadan kaynaklanan Avrupa ve Asya özelliklerini paylaşan Türkiye ve Rusya’nın ilişkileri köklü bir geçmişe dayanmaktadır. 1492 yılında Rus Çarı 3. İvan’ın İstanbul’a diplomatik bir heyet gönderme yönündeki yazılı talebini iletmesi Türk-Rus diplomatik ilişkilerinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Türkiye SSCB’yi 1920 tarihinde tanırken, Sovyetler Birliği Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara hükümetini tanıyan ilk büyük güç olmuştur. |
|
Soğuk Savaş döneminin ardından Rusya’nın çoğulcu demokrasiye ve pazar ekonomisine yönelmesi ile ikili ilişkiler yeni bir zemine oturmuş ve özellikle ekonomik alanda yeni iş birliği imkan ve perspektifleri ortaya çıkmıştır. Her iki ülke de karşılıklı güven ve iyi komşuluk esaslarına dayalı ilişkileri güçlendirmeye ve iş birliği alanlarını çeşitlendirerek derinleştirmeye yönelik adımlar atmışlardır. |
|
1991 sonrasında ekonomik iş birliğinde kaydedilen gelişmeler, siyasi diyaloğun da yoğunlaşmasına ve derinleşmesine katkıda bulunmuştur. Geçtiğimiz yıllar içinde karşılıklı olarak gerçekleştirilen çeşitli düzeylerdeki ziyaretler ve görüşmeler, iki ülke arasındaki güveni pekiştirmiş ve Soğuk Savaş döneminden kalan önyargıların aşılmasına yardımcı olmuştur. |
|
25 Mayıs 1992 tarihinde, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in Rusya ziyareti sırasında “Türkiye ile Rusya Federasyonu Arasındaki İlişkilerin Esasları Hakkında Antlaşma” imzalanmıştır. Kasım 2001’de iki ülke Dışişleri Bakanları arasında imzalanan “Avrasya’da İş Birliği Eylem Planı” Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkinin Avrasya coğrafyasında ikili iş birliğinden ziyade, çok taraflı ortaklık ilişkisinin oluşmasını sağlamıştır. |
|
|
|
|
|
|
|
|
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül’ün 23-26 Şubat 2004 tarihleri arasında Rusya’ya gerçek-leştirdiği ziyaret sırasında, birçok alanda ikili antlaşmalar imzalanmasının yanı sıra, bölgesel meseleler ve sorunlar gibi çeşitli alanlarda mevcut istişarelere düzenli ve kurumsal bir nitelik kazandırılmıştır. |
|
|
Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, 5-6 Aralık 2004 tarihlerinde Türkiye'ye resmi bir ziyarette bulunmuştur. Başkan Putin’in ziyareti, 1972 yılında dönemin Yüksek Prezidyum Başkanı Podgorni’nin ziyaretinden bu yana Rusya’dan Türkiye'ye en üst düzeydeki ilk ziyaret niteliği taşımaktadır. Podgorni’nin o dönemdeki konum ve yetki-lerinin daha ziyade sembolik olduğu dikkate alındığında, aslında Putin’in ziyaretinin SSCB ve Rusya tarihi bakımından bir ilk olduğunu söylemek mümkündür. Ziyaret sırasında, Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer ve Putin arasında “Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu Arasında Dostluğun ve Çok Boyutlu Ortaklığın Derinleştirilmesine |
|
 |
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi Mavi Akım Projesi’nin resmi açılış töreninde, SAMSUN - 2005
|
|
|
|
|
İlişkin Ortak Deklarasyon” imzalanmıştır. İkili ilişkilerin geliştirilmesinde bir yol haritası niteliği taşıyan söz konusu deklarasyonda, ikili iş birliğinin geliştirilmiş çok boyutlu ortaklık düzeyine çıkarılması ortak hedef olarak belirlenmiştir. |
|
|
Bu ziyaretten kısa bir süre sonra, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 10-12 Ocak 2005 tarihlerinde Moskova’daki Türk Ticaret Merkezi’nin açılışını yapmak, 8-9 Mayıs 2005 tarihlerinde Moskova'da düzenlenen İkinci Dünya Savaşı Zaferi’nin 60. yıl dönümü törenlerine katılmak ve son olarak 17-18 Temmuz 2005 tarihlerinde Soçi’de Başkan Putin ile görüşmelerde bulunmak üzere Rusya Federasyonu'na çalışma ziyaretlerinde bulunmuştur. Başkan Putin ise, Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı’nın açılış törenine katılmak amacıyla 17 Kasım 2005 tarihinde Samsun’a gelmiştir. |
|
Ekonomik, ticari ve enerji iş birliği ilişkilerin öncü sektörleri olmayı sürdürmektedir. 2005 yılında ikili ticaret hacmi 15 milyar ABD dolarına ulaşmıştır. Ortak hedef 2008 yılına kadar 25 milyar ABD doları değerinde ticaret hacminin gerçekleştirilmesidir. Öte yandan Türk müteahhitlerinin 2005 yılında Rusya’da üstlendikleri projelerin toplam değeri 14.6 milyar ABD dolarını aşarken, Türkiye’nin Rusya’daki yatırımları ise 2.5 milyar ABD dolarını geçmiştir. Türkiye'yi ziyaret eden Rus turist sayısı 2005 yılında 1.9 milyona ulaşmıştır. Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı Projesi iki ülke ilişkilerinin stratejik bir nitelik kazanmakta olduğunun ve her iki tarafın da ilişkilere uzun vadeli bir perspektiften baktıklarının göstergesidir. Enerji alanında yeni iş birliği projeleri de gündemdedir. |
|
Orta Asya Cumhuriyetleri ile İlişkiler ve Ekonomik İş Birliği Teşkilatı (EİT). Orta Asya Cumhuriyetleri’nin (Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan) bağımsızlıklarını kazanmaları, Türk dış politikasına yeni bir boyut eklemiştir. Türkiye’nin; ortak dil, tarih ve kültürel bağlarının bulunduğu bu ülkelerle ilişkileri ve iş birliği birçok alanda ortak yarar temelinde hızla gelişmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Kırgızistan Dışişleri Bakanı Alikbek Ceksenkulov, ANKARA - 2006
|
|
Türkiye'nin bölgeye yönelik genel politikasını Orta Asya ülkelerinin, bağımsız, siyasi ve ekonomik istikrara kavuşmuş, kendi aralarında ve komşularıyla iş birliği içinde bulunan ve demokratik değerleri benimsemiş devletler ve toplumlar olarak varlıklarını sürdürmelerini desteklemek şeklinde özetlemek mümkündür. |
|
Orta Asya Cumhuriyetleri’ni tanıyan ve bu ülkelerde Büyükelçilik açan ilk ülke Türkiye olmuştur. Söz konusu ül-kelere ilk üst düzey ziyaretler, yine Türkiye’den yapılmış, bu ülke yöneticileri de ilk ziyaretleri için Türkiye’yi seçmişlerdir. |
|
Türk Dili Ülkeler Devlet Başkanları Zirve Toplantıları, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye arasındaki en yüksek danışma mekanizmasını oluşturmaktadır. İlk Zirve 1992 yılında Ankara’da yapılmış olup bugüne kadar yedi zirve düzen-lenmiştir. Zirveler süreci, Türkiye ve Orta Asya Cumhuriyetleri'nin oluşturduğu coğrafyadaki iş birliğinin teş-vikine olduğu kadar, Avrasya’nın uluslararası platformdaki |
|
|
öneminin ve potansiyelinin en üst düzeyde ortaya konulma-sını da sağlamaktadır. Türkiye, zirveler sürecinin devamına önem atfetmektedir. |
|
|
Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetleri’nin BM, AGİT ve EİT gibi örgütlere üye olmalarına ve NATO’nun Barış İçin Ortaklık (BİO) programına katılmalarına her türlü yardımda bulunmuştur. |
|
Bu ülkelerle ekonomik ilişkiler de hızla gelişmiş; ticaret, ulaşım ve iletişim alanlarında önemli mesafe katedilmiştir. Ayrıca, Orta Asya Cumhuriyetlerine teknik yardımda bulunmak üzere Türk İş Birliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) kurulmuştur. |
|
Türkiye’nin bölge ülkelerine açtığı kredilerin toplamı 1.275 milyar ABD doları civarında olup, bu miktarın 700 milyon ABD doları kullanılmış durumdadır. Bu krediler aracılığıyla, bölgenin Türk işadamları için yatırıma cazip bir alan haline getirilmesi gayesi güdülmüştür. Türkiye'nin bölge ülkeleriyle ticaret hacmi 2005 yılında 1.9 milyar ABD dolarına erişmiştir. Türk şirketlerinin bölgedeki yatırımlarının toplamı 3.5 milyar ABD dolarını aşmıştır. Ayrıca, Türk müteahhitlik firmaları-nın bölgede gerçekleştirdikleri projelerin toplam değeri 12 milyar ABD doları civarındadır. |
|
İlişkiler, kültür ve eğitim alanlarında da hızla gelişmiştir. Türkiye, bu ülkelerdeki öğrenciler için geniş bir burs programı başlatmıştır. Orta Asya Cumhuriyetlerinde Milli Eğitim Bakanlığı ve özel kuruluşlara bağlı faaliyet gösteren Türk okulları mevcuttur. Kazakistan’ın Türkistan şehrinde Türk-Kazak Uluslararası Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te ise Türk-Kırgız Manas Üniversitesi kurulmuştur. |
|
Türkiye, Orta Asya Cumhuriyetlerinin, istikrar ve güvenliklerini tehdit eden aşırı akımlar, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı ile terörizm konusundaki mevcut kaygılarını başından beri paylaşmış ve terörle mücadele çerçevesinde bu ülkelere maddi yardım ile askeri eğitim sağlamıştır. |
|
|
|
|
|
|
Türkiye, Orta Asya ülkelerinde demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarında atılacak adımların bu ülkelerin uluslararası toplumla bütünleşme süreçlerine, istikrar ve güvenliklerine de olumlu katkı sağlayacağını düşünmekte ve bu yöndeki çalışmaları teşvik etmektedir. |
|
|
11 Eylül öncesinde Afgan halkının insani gereksinimlerini karşılamak amacıyla önemli katkılarda bulunan Türkiye; Taliban sonrası dönemde de tarihi dostluk ilişkileri içinde bulunduğu bu ülkenin milli birlik ve bütünlüğünün korunması, güvenlik ve istikrarın sağlanması, geniş tabanlı siyasi bir yapının kurulması ile ülkenin terörden ve aşırı akımlardan temizlenerek halkın huzur ve refaha kavuşturulması yönünde tutum almış ve aktif çaba içine girmiştir. |
|
Türkiye, bu anlayışla, ülkede güvenliğin sağlanmasına yardım amacıyla oluşturulan Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti’ne (ISAF) kuruluşunun ilk aşamasından itibaren katkı sağlamaktadır. Türkiye, Haziran 2002-Şubat 2003 döneminde ISAF-2’nin liderliğini üstlenmiştir. ISAF Karargahı’nın 2004 Ağustos ayından itibaren NATO’ya tahsisli, yüksek hazırlıklı görev kuvveti statüsünü haiz kolordularca üstlenilmesini kararlaştırmasının ardından, bu nitelikteki 3. Kolordu, Şubat-Ağustos 2005 tarihleri arasında ISAF-7’nin liderliğini devralmıştır. Bu çerçevede, ikinci kez ISAF liderliğini üstlenen Türkiye'nin askeri birlik katkısı 1400’e yükselmiştir. |
|
Türkiye liderliği devrettikten sonra da yaklaşık 230 perso-nelle ISAF’a olan birlik katkısını sürdürmektedir. Türkiye'nin güvenlik boyutundaki katkıları çerçevesinde ayrıca, Kabil Merkez Bölge Komutanlığının, Fransa ve İtalya ile dönüşümlü olarak 2006 Ağustos ayından itibaren iki yıl süreyle müştereken üstlenilmesi planlanmaktadır. |
|
Son olarak, 59. hükümet tarafından Afganistan’ın Vardak ilinde bir İl İmar Takımı (PRT) kurulması kararı alınmış ve bu yöndeki karar 31 Ocak-1 Şubat 2006 tarihlerinde düzen-lenen Londra Konferansı’nda Dışişleri Bakanı ve Başbakan |
|
|
|
|
|
|
|
Yardımcısı Abdullah Gül tarafından uluslararası topluma duyurulmuştur. PRT’nin, 2006 yaz aylarında faaliyete geçmesi öngörülmektedir. |
|
Türkiye ayrıca, Afganistan’da güvenlik ve istikrarın güçlenmesine katkı sağlamak amacıyla oluşturulmakta olan Afgan milli ordusu ve polis teşkilatına da eğitim vermektedir. Türkiye'nin Afganistan’da güvenlik alanında en önemli sorunlardan biri olmaya devam eden uyuşturucu üretimi ve ticaretiyle mücadeleye verdiği destek çerçevesinde, Afgan narkotik polisine Türkiye'de eğitim imkânları sağlanmakta, ayrıca çeşitli alternatif geçim kaynakları projelerinin hayata geçirilmesi planlanmaktadır. |
|
Afganistan’ın imarı konusunda da aktif tutum almış olan Türkiye, özellikle eğitim, sağlık ve tarım alanlarında Afganistan’a yardımlarını sürdürmektedir. |
|
1964 yılında; Türkiye, İran, Pakistan arasında bölgesel ekonomik iş birliğini geliştirmek amacıyla kurulmuş olan Kalkınma İçin Bölgesel İş Birliği Teşkilatı, şekil ve içerik değişiklikleri yapılarak 1985 yılında Ekonomik İş Birliği Teşkilatı (EİT) adı altında yeniden canlandırılmıştır. 1992 yılında Afganistan, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan’ın katılımlarıyla EİT, üzerinde 300 milyon insanın yaşadığı, 7 milyon km2 alanı kapsayan 10 üyeli bir Örgüt haline gelmiştir. |
|
|
EİT, Türkiye’nin, Orta Asya Cumhuriyetleri ile beraberce üye olduğu tek bölgesel ekonomik örgüttür. Türkiye, Teşkilat içinde ticaretin geliştirilmesi, ticaret rejimlerinin şeffaflaştırılarak Dünya Ticaret Örgütü kural ve standartlarıyla uyumlaştırılması, denize çıkışı olmayan Orta Asya ülkele-rinin dünya ticaret merkezlerine açılımlarını sağlayacak |
|
|
|
|
 |
|
Devlet Bakanı Prof. Dr. Beşir Atalay’ın da katıldığı Ekonomik İş Birliği Teşkilatı
(EİT) 9'uncu Zirvesi kapsamındaki 16'ncı Bakanlar Konseyi Toplantısı,
AZERBAYCAN - 2006
|
ulaştırma hatlarının geliştirilmesi yönünde aktif bir tutum izlemektedir. |
|
|
Bu çerçevede, EİT Ticaret Anlaşması ve EİT Transit Taşıma Çerçeve Anlaşması’nın yürürlüğe konulmasına çalışmaktadır. Türkiye’de kurulacak EİT Ticaret ve Kalkınma Bankası ile Almatı-İstanbul Yolcu ve Yük Treni projeleri EİT’in önemli iş birliği konularındandır. |
|
Güney Kafkasya Cumhuriyetleri ile İlişkiler. Türkiye’nin Güney Kafkasya bölgesine yönelik politikasının temel unsurlarını, bağımsız, ekonomik ve siyasi istikrara sahip, kendi aralarında barış ve iş birliği içinde yaşayan, müreffeh ve Batı değerlerini benimsemiş devletlerin varlığı ve bu ülkelere bu yönde siyasi ve ekonomik destek sağlanması oluşturmaktadır. Bölge ile köklü tarihi, kültürel ve akrabalık bağları mevcuttur. Bu bağlamda, Güney Kafkasya bölgesinin istikrar, barış ve refahı Türkiye için özel bir önem taşımaktadır. |
|
Türkiye, Azerbaycan’ın bağımsızlığından itibaren bu ülkeyle yakın ortaklık ilişkileri geliştirmiştir. Çeşitli güçlüklerle karşılaşan Azerbaycan'ın bu zorlukların üstesinden gelebilmesinde kuvvetli destekçisi olmuştur. Türkiye, Azerbaycan'ın bağımsızlığının pekiştirilmesi, toprak bütün-lüğünün korunması, demokratik, parlamanter rejimin geliş-tirilmesi ve Hazar Denizi'nin zengin doğal kaynaklarından gelen ekonomik potansiyelinin hayata geçirilmesini destek-lemektedir. |
|
Türkiye-Azerbaycan ilişkileri her alanda gelişmeyi sürdürmektedir. İki ülke arasındaki ilişkilerin ahdi temelini oluşturmak üzere çok sayıda antlaşma imzalanmıştır. Üst düzey temaslar ve her seviyede karşılıklı ziyaretler düzenli ve sık bir şekilde gerçekleşmektedir. |
|
Güney Kafkaslar’da barış, istikrar, ekonomik kalkınma ve bölgesel iş birliğinin önünde bir engel oluşturan donmuş ihtilafların barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulmasını savunan Türkiye, AGİT Minsk Grubu üyesi olarak Yukarı Karabağ sorununa Azerbeycan’ın toprak bütünlüğü içinde adil ve kalıcı çözüm arayışlarını desteklemektedir. |
|
|
|
|
|
|
 |
|
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ve Azerbaycan Dışişleri Bakanı Elmar Memmedyarov, İSTANBUL - 2005
|
|
Gürcistan’ın istikrar ve refahı tüm Kafkasya bölgesinin huzuru ve gönenci için vazgeçilmez gerekliliktir. Türkiye, Gürcistan’ın karşı karşıya bulunduğu siyasi ihtilafların en kısa zamanda, Gürcistan’ın egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü çerçevesinde, barışçı yollarla çözümlen-mesini istemektedir. Türkiye, bu çerçevede, özellikle Abhazya ve Güney Osetya’daki gerginliğin aşılması ve soruna diyalog yoluyla barışçı bir çözüm bulunması için katkı sağlamaya hazırdır. Gürcistan'a imkanlar ölçüsünde siyasi, ekonomik ve insani destek sağlanmasına çalışılmaktadır. Türkiye, Gürcistan'ı uluslararası platformlarda da destekle-mektedir. |
|
Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkeler arasındadır. Bağımsızlığın ardından ekonomik güçlüklerle karşılaşan bu ülkeye insani yardımda bulunmuştur. Bununla birlikte, iki ülke arasında diplomatik ilişki kurulmamıştır. Bunun temel nedenleri, Ermenistan’ın Türkiye’ye ve Azerbaycan’a karşı izlediği politikadır. |
|
|
|
|
|
|
Türkiye’nin Ermenistan’a abluka uyguladığı yönünde, hukuki dayanaktan yoksun olduğu kadar fiili durumu da yansıtmayan Ermeni iddialarının uluslararası forumlarda Türkiye aleyhine kullanıldığı görülmektedir. İstanbul-Erivan hattında Türk "Fly Air" ile Ermeni "Armavia" şirketlerince haftada dört charter uçak seferi yapılmaktadır. Ermenistan vatandaşları sınırda vize almak koşuluyla Türkiye’ye girebilmektedirler. Bu veriler Türkiye’nin Ermenistan’a abluka uyguladığı iddiasını geçersiz kılmaktadır. Türkiye, Ermenistan Devlet İstatistik Enstitüsü'nün resmi verilerinde Ermenistan’ın dış ticaret ortakları arasında yer almaktadır. Ermenistan’ın resmi haber ajansı Arminfo’nun 15 Ocak 2005 tarihli ve Türk - Ermeni İş Konseyi’ne dayanarak verdiği habere göre, iki ülke arasındaki ticaret hacmi 120 milyon ABD dolarına ulaşmıştır. |
|
|
Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerinin normalleşmesine karşı değildir. Ermenistan, iyi komşuluk ilişkileri ve uluslararası hukuk ilkeleri çerçevesinde, geçmişiyle barışma yönünde nihai seçimini yaparak tarihin yargılanmasını tarihe bıraktığında ve Azerbaycan ile olan sorunlarının çözümü yönünde somut adımlar attığında, Türkiye ile Ermenistan ilişkileri normalleşme sürecine girebilecektir. |
|
Enerji. Dünya petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık dörtte üçüne sahip bölgelerin kavşağında yer alan Türkiye, enerji piyasalarında küresel düzeyde yaşanan son gelişmelerin de etkisiyle uluslararası gündemin başına oturan enerji konularını yakından izlemekte ve aktif bir enerji diplomasisi yürütmektedir. |
|
Enerji kaynakları zengin ülkeler ile enerji tüketicisi ülkeler arasında bir enerji koridoru oluşturan Türkiye, genel enerji stratejisini Doğu-Batı ve Kuzey-Güney ekseninde transit ülke, aynı zamanda bir enerji ticaret merkezi olma hedefi üzerine oturtmuştur. Ulusal enerji arz güvenliğinin sağlan-ması amacıyla, enerji kaynakları çeşitlendirilirken, yerel kaynakları da etkin bir biçimde kullanarak dışa bağımlılığın azaltılması, Türkiye'nin enerji stratejisinin bir diğer boyutudur. |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bu stratejinin ana ayaklarından biri olan Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı 13 Temmuz 2006 tarihinde faaliyete geçirilmiştir. Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun bileşenlerinden Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı Projesi'nin ise 2006 yılı sonuna doğru tamamlanması planlanmaktadır. |
|
|
Türkiye’nin AB’nin doğal gaz tedarikinde dörtüncü ana arter olması hedefi doğrultusunda da somut projelerle ilerleme kaydedilmektedir. Türkiye-Yunanistan-İtalya interkonnek-törü ile Nabucco Doğal Gaz Boru Hattı Projeleri bu hedefe yönelik projelerdir. |
|
Öte yandan, 2010’lu yıllarda Karadeniz’e ulaşacak büyük hacimlerdeki Kazak ve Rus petrolünün önemli bir kısmını doğrudan Doğu Akdeniz’e taşıması öngörülen Samsun-Ceyhan By-pass Petrol Boru Hattı Projesi'nin gerçekleş-tirilmesi Türkiye'nin öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır. Söz konusu proje sayesinde Türk Boğazları'ndan petrol ve tehlikeli yük taşıyan tankerlerin geçişinin makul bir düzeye indirilmesi sağlanmış olacaktır. |
|
 |
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakasvili, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve BP Başkanı Lord Browne temsili boruları birleştirerek Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı'nı resmen açtılar,
ADANA - 2006
|
|
|
|
|
|
|
Doğal gaz piyasalarında yaşanan son gelişmelerin gerekli kıldığı kaynak ve güzergah çeşitlendirmesi olgusu Hazar Geçişli Doğal Gaz Boru Hattı Projesi'ni de tekrar ön plana çıkarmıştır. Söz konusu projenin gerçekleştirilmesi ile Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun üçüncü ayağı da tamamlanmış olacak ve Avrupa’nın doğal gaz tedarik güvenliğine katkıda bulunulacaktır. |
|
|
Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü. Karadeniz Ekonomik İş Birliği Örgütü (KEİ) Türkiye’nin öncülüğünde 25 Haziran 1992 tarihinde İstanbul’da imzalanan bir anlaş-ma ile kurulmuştur. Türkiye ile birlikte Örgüt’ün üyeleri; Azerbaycan, Arnavutluk, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Rusya Federasyonu, Sırbistan-Karadağ, Ukrayna ve Yunanistan’dır. |
|
Yalta’da 5 Haziran 1998 tarihinde Devlet ve/veya Hükümet Başkanları tarafından imzalanan KEİ Şartı’nın 1 Mayıs 1999 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmesiyle KEİ bölgesel bir ekonomik iş birliği örgütü haline gelmiştir. |
|
KEİ’nin temel amacı; üye devletlerin coğrafi yakınlıklarından ve ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı özelliklerinden yararlanılarak ticari, ekonomik, bilimsel ve teknolojik iş birliğini geliştirmeleri olarak belirlenmiştir. |
|
KEİ’nin tek karar organı yılda iki defa toplanan ve oydaşma ile karar alan Dışişleri Bakanları Konseyi’dir. Üye ülkelerin Dışişleri Bakanlarını temsil eden ve onlar adına hareket eden Yüksek Düzeyli Memurlar Komitesi’nin ise temel görevi, Konsey’in aldığı karar ve tavsiyelerin uygulanmasını sağlamak ve Konsey’e tavsiyelerde bulunmaktır. |
|
KEİ çerçevesinde gelişen iş birliğinin temel taşı Çalışma Grupları'dır. Dışişleri Bakanları Konseyi’nin kararı ile kurulan Çalışma Grupları, Konsey’e faaliyetleri hakkında raporlar sunmakta ve tavsiyelerde bulunabilmektedir. Örgüt bünye-sinde, ulaştırma, enerji, haberleşme, bilim ve teknoloji başta olmak üzere 16 Çalışma Grubu faaliyet göster-mektedir. |
|
|
|
|
|
|
 |
|
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Gürcistan Cumhurbaşkanı Mikheil Saakasvili, İSTANBUL - 2006
|
|
KEİ’nin daimi Sekreteryası İstanbul’dadır. Karadeniz Ekonomik İş Birliği Parlamenter Asamblesi (KEİPA), İş Konseyi, Ticaret ve Kalkınma Bankası ve Karadeniz Etütleri Uluslararası Merkezi olmak üzere dört bağlı kuruluşu bulunmaktadır. Ayrıca, Ankara’da “Türkiye İstatistik Kurumu” bünyesinde kurulmuş İstatistiksel Veri Ekonomik Bilgi Değişimi Koordinasyon Merkezi KEİ ülkelerinin istatistik bilgilerini derleyip bu konuda yayınlar yapmaktadır. |
|
Son yıllarda KEİ çerçevesinde gerçekleştirilen iş birliği yeni boyutlar kazanmaya başlamıştır. 2001 yılında kabul edilen “Gelecek için Ekonomik Gündem” KEİ Örgütü’nün önceliklerinin belirlendiği bir yol haritasını oluşturmuştur. Bu bağlamda, KEİ ülkelerinin üreteceği ortak projelerin önfizibilite çalışmalarına finansman sağlamayı hedefleyen bir Proje Geliştirme Fonu faaliyete geçmiştir. Ayrıca, örgütün faaliyet alanları, örgütlü suçlarla mücadele, doğal afetlerle mücadelede iş birliği, çevre korunması gibi "yumuşak güvenlik önlemlerini" içine alacak şekilde genişletilmiştir. |
|
|
|
KEİ’nin önemli gündem maddelerinden biri AB ile kurumsal temellere dayalı ve somut sonuçlar doğuracak şekilde iş birliği yapmaktır. Bu amaçla, AB’nin KEİ ülkelerini kap-sayacak bir "‘Karadeniz boyutu” oluşturması için girişimde bulunulmuştur. |
|
|
KEİ’nin faaliyetlerine Dönem Başkanı ülke yön vermektedir. Dönem Başkanlığı alfabetik sıraya göre altı ay süreyle yapı-lmaktadır. Türkiye, Mayıs-Ekim 2007 tarihlerinde üstleneceği Dönem Başkanlığı sırasında KEİ çerçevesindeki iş birliğinin geliştirilmesi amacıyla yeni inisiyatifler almayı öngör-mektedir. Ayrıca, KEİ’nin 15. yıl dönümü münasebetiyle 25 Haziran 2007 tarihinde İstanbul’da bir Zirve düzen-lenecektir. |
|
Gelişen Sekiz Ülke (D-8). Türkiye’nin girişimiyle hayata geçirilen bir diğer iş birliği platformu olan Gelişen Sekiz Ülke’nin (D-8) kurulmasına yönelik olarak atılan ilk adım, Türkiye’nin daveti ve İran, Pakistan, Bangladeş, Malezya, Endonezya, Mısır ve Nijerya’nın katılımıyla 22 Ekim 1996 tarihinde İstanbul’da düzenlenen “Kalkınmada İş Birliği Konferansı” olmuştur. 15 Haziran 1997 tarihinde İstanbul’da yapılan Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi ile D-8 resmen kurularak faaliyetine başlamıştır. |
|
Şimdiye kadar İstanbul, Dakka, Kahire ve Tahran’da olmak üzere dört Zirve, dokuz Bakanlar Konseyi, 18 Komisyon toplantısı, bir Komisyon Özel Oturumu ve 50’ye yakın teknik düzeyde toplantı düzenlenmiştir. |
|
D-8’in faaliyetlerinde üye ülkeler arasında gerekli koor-dinasyonun sağlanabilmesini teminen İstanbul’da D-8 İcra Direktörlüğü Ofisi kurulmuş ve İcra Direktörlüğüne atanan emekli Büyükelçi Ayhan Kamel, 1997 yılı Ağustos ayından bu yana bu görevini sürdürmektedir. |
|
Güney-Güney diyaloğu çerçevesinde gelişme yolundaki ülkeler arasında oluşturulan iş birliği örneklerinden biri olan D-8’in amacı kalkınma yolundaki ülkelerin dünya ekonomisi içindeki konumlarını iyileştirmek, ticari ilişkilerini çeşitlendirmek ve ticaret alanında üye ülkelere yeni imkanlar yaratmak, uluslararası seviyede karar verme |
|
|
|
|
|
|
 |
|
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Endonezya Cumhurbaşkanı
Susilo Bambang, Malezya Başbakanı Abdullah Bin Hacı Ahmed Bedevi, İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad D-8 Liderler Zirvesi'nde, ENDONEZYA - 2006
|
|
mekanizmalarına güçlü biçimde katılımlarını sağlamak ve halklarının yaşam seviyesini yükseltmektir. |
|
Özellikle, ticaret alanında iş birliğine önceliğin verildiği D-8 çerçevesindeki en önemli projelerinden biri olan Tercihli Ticaret Anlaşması ve Gümrüklerde İdari Yardımlaşma Çok Taraflı Anlaşması, sonuçlandırılma aşamasındadır. |
|
Türkiye’nin Uluslararası Barışı Koruma Operasyon-larına Katkıları. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana, komşu ülkelerde ve ötesinde barış ve refah içinde, istikrarlı, iş birliğine dayalı, insan gelişimini sağlayacak bölgesel ve uluslararası bir ortamın yaratılması, sağlamlaştırılması ve geliştirilmesi yönünde bir dış politika izlemektedir. Ulusal çıkarları ile uluslararası hak ve yükümlülükleri uyarınca; çatışmaların önlenmesi, önlenememesi halinde uluslararası hukuk ve BM şartında yer alan ilkeler çerçevesinde kısa sürede sona erdirilerek kalıcı ve adil barışın bir an önce |
|
|
kurulması, diyalog ve iş birliğinin geliştirilmesi, kriz yönetimi ve barışı destekleme operasyonları kapsamındaki uluslara-rası faaliyetlere aktif olarak katılmaktadır.
|
|
|
Bu çerçevede Türkiye, Kore Savaşı’ndan bu yana uluslararası barışı koruma çabalarına özverili ve somut katkılarda bulunmuştur. |
|
Türkiye, 1950 yılında Kore Savaşı’na 4500 askerden oluşan tugay düzeyinde bir birlikle katılmış ve bugüne kadar çeşitli bölgelerde icra edilen barışı destekleme operasyonlarına toplam 10.000’den fazla askeri personelin yanı sıra farklı boyutta hava ve deniz destek unsurlarıyla katkıda bulun-muştur. |
|
Uluslararası misyonlarda bugüne kadar toplam 237 Türk subayı, gözlemci ve danışman olarak görevlendirilmiştir. |
|
Türkiye’nin dünyada istikrar ve barışa katkıları yalnızca askeri olanaklarla sınırlı değildir. Türkiye, barışı koruma operasyonlarının önemli bir unsuru olan sivil polis faaliyetlerine de önemli katkılarda bulunmaktadır. Bugüne kadar, uluslararası barışı koruma misyonlarında toplam 1000’i aşkın sivil polis ve jandarma görev almıştır. |
|
Son 10 yılda dünya çapındaki ani ve süratli değişikliklere paralel olarak, çok uluslu barışı destekleme operasyon-larının sayısında meydana gelen artış çerçevesinde, Türkiye’nin de bu tür faaliyetlere katılımı artmıştır. |
|
Türkiye, dünyanın çeşitli bölgelerinde faaliyet gösteren, BM Gürcistan Gözlemci Misyonu (UNOMIG), BM Timor-Leste Ofisi (UNOTIL), El Halil’ de Uluslararası Geçici Mevcudiyet (TIPH), BM Kosova Misyonu Polis Gücü (UNMIK-CIVPOL), BM Sierra Leone Misyonu (UNAMSIL), BM Kongo Gözlem Heyeti Sivil Polis Misyonu (MONUC-CIVPOL), BM Liberya Misyonu (UNMIL), BM Fildişi Sahili Misyonu (UNOCI), BM Haiti İstikrar |
|
|
|
|
Misyonu (MINUSTAH), BM Burundi Misyonu (ONUB), BM Sudan Misyonu (UNMIS) ve BM Afganistan Yardım Misyonu (UNAMA) gibi muhtelif barışı koruma operasyonları ve polis misyonları ile NATO önderliğinde, Kosova’da KFOR, Irak’ta Eğitim Misyonu, Afganistan’da ISAF, Akdeniz’de Etkin Güç Harekâtı gibi harekâtlara kapsamlı katkı sağlamaktadır. Türkiye, 2005 yılında Afganistan’da icra edilen ISAF harekâ-tının liderliğini ikinci defa üstlenmiş bulunmaktadır (ISAF-2: Haziran 2002-Şubat 2003; ISAF-7: Şubat-Ağustos 2005). |
|
|
AB’nin 31 Mart-15 Aralık 2003 tarihlerinde Makedonya’da NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanmak suretiyle gerçekleştirdiği ilk askeri harekât olan “Concordia”ya katılan Türkiye, Makedonya’da yürütülmekte olan polis misyonu “Proxima” ile Bosna-Hersek’te devam eden ve Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası (AGSP) bağlamındaki ilk sivil kriz yönetimi operasyonu olan AB Polis Misyonu’na (EUPM) iştirak etmekte, ayrıca, NATO’nun Bosna-Hersek’te icra ettiği SFOR harekâtının hitamında, 2 Aralık 2004 tarihinde NATO imkan ve yeteneklerinden yararlanılmak suretiyle başlatılan, |
|
 |
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile Makedonya Başbakan Yardımcısı Radmila Sekerinska, ANKARA - 2006
|
|
|
|
|
|
|
 |
|
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Bosna-Hersek
Cumhurbaşkanlığı Konseyi Başkanı Süleyman Tihic ile,
BOSNA-HERSEK - 2006
|
|
AB’nin şu ana kadar düzenlediği en kapsamlı askeri kriz yönetimi operasyonu olan EUFOR-ALTHEA ile bu operasyon bünyesindeki Entegre Polis Birimine de katkıda bulun-maktadır. |
|
Türkiye, NATO ve AB’nin günümüzde hızla değişmekte olan güvenlik ortamına uyum sağlamak ve çeşitli asimetrik tehditlere daha hızlı ve etkin karşılık vermek amacıyla geliştirmekte oldukları acil mukabele yeteneklerinin geliştirilmesine de destek sağlamaktadır. Türkiye bu çerçevede, NATO Mukabele Kuvveti'nin (NMK) oluşturulması ve bu kuvvete işlerlik kazandırılması çalışmalarına bilfiil iştirak etmekte; ayrıca, AB tarafından kurulmakta olan Muharebe Gruplarına (MG) da katılmayı hedeflemektedir. NATO Mukabele Kuvveti’nin birinci ve ikinci dönem (Temmuz 2003-Haziran 2004) kara unsur liderliğini yürüten, sekizinci dönem (2007 yılının ilk yarısı) için de bu göreve talip olan Türkiye, AB ekseninde ise, İtalya ve Romanya ile 2010 yılı için ortak bir MG kurulması çalışmalarında yer almakta, 1 Nisan 2006 tarihinden bu yana da dört ay süreyle NATO Baltık Hava Polisliği Misyonu'nu üstlenmektedir.
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 29446 ziyaretçikişi sitemize uğradı.
HER KAKKI SAKLIDIR
|
|
|
|
|
|
|
|